Sağlık ve Bilişimde Objektif Haber

  English

“Temel sorun; kendimize ait teknolojiyi yaratamamamız”

TTGV Genel Sekreteri Aykut Göker

            Türkiye'nin teknolojik alt yapısını güçlendirmek, teknolojik alt yapıyı güçlendirirken de, Türkiye'deki sanayi kuruluşlarının teknolojilerini geliştirmelerini sağlamak amacıyla hizmet eden Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) , bu hedefler doğrultusunda çalışmalarını yürütürken, Türk sanayisinin uluslararası pazarlardaki rekabet gücünün artmasına katkıda bulunmak amacında. Bugün teknolojide yaşanan temel sorunun “kendimize ait bir teknoloji yaratamamamızdan kaynaklandığını" ifade eden TTGV  Genel Sekreteri  Aykut Göker, vakfın amaçları ve hedefleri konusunda sorularımızı yanıtladı.

            TTGV ne zaman kuruldu ve amaçları nelerdir ?

            TTGV 1 Haziran 1991 yılında Hazine Müsteşarlığı aracılığıyla Dünya Bankası'ndan sağlanan kaynağı, Türkiye'de teknolojiyi geliştirme projesi çerçevesinde, Türk sanayisine aktararak, teknoloji geliştirme faaliyetlerini desteklemek ve sanayi sektöründe ticari Ar-Ge bilincini artırmak amacıyla kurulmuştur. Vakıf olmasının nedeni ise; Dünya Bankası'nın sunduğu desteği bir sivil toplum kuruluşunca sanayi teknoloji yapısının geliştirmesini sağlamak yönünden, sanayi ile desteği sağlayan devlet arasında bir aracı kuruluş olarak kullanmasıdır. Sivil toplum örgütü olması nedeniyle, politikalardan etkilenmeyecek,  bürokrasisi  olmayacak, sanayi  ile  daha  yakın  bir ilişki içinde olacak bir yapı modeli olarak düşünülmüştür. Vakıf, özel sektör ve kamu sektörünün ortak çabalarıyla kurulmuş kar amacı gütmeyen, açık, şeffaf, bürokrasiden uzak ve ulaşılabilir bir kuruluştur. Bu proje belki TÜBİTAK tarafından da kullanılabilirdi, ancak TÜBİTAK bu projeyi doğrudan  kullanmak yerine, kendisinin öncülüğünde, içinde kamu kuruluşları, özel sektör kuruluşları ve kişilerin de yer almasıyla vakıf olarak kurulmasını daha uygun bulmuştur. Yönetim kurulu da, devlet ile özel sektör arasındaki uzlaşmayı  sağlayacak bir nitelikte teşkil edilmiştir. Türkiye'deki sanayi ve bilişim sektörlerinde faaliyet gösteren kuruluşlara destek veren vakıf, tüm gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinin özelliklerine sahip Türkiye’nin  tek  kuruluşudur.

            Vakfımız, kurulduğu günden bu yana projelerini desteklediği sanayi kuruluşlarının ulaştığı başarılarla  etkinliğini, işlevselliğini ve verimliliğini kanıtlamış bir kuruluş olduğu gibi, ülkemizi, Avrupa'da benzer faaliyet gösteren kuruluşların oluşturduğu bir organizasyon olan  TAFTIE (Avrupa Teknoloji Uygulama Kuruluşu) başarılarıyla temsil ederek uluslararası düzeyde kendisini kanıtlamıştır.

           Vakfımızın, yönetim  kurulu üyeleri; sivil sanayi kuruluşlarından 6 üyenin yanı sıra, Hazine Müsteşarlığı, KOSGEB ve TÜBİTAK temsilcilerinin de dahil olduğu 9 kişiden oluşmaktadır. Kurucu üyeleri ise 26 özel sektör kuruluşu, 6 kamu kuruluşu, 10 şemsiye kuruluş ve 14 şahıstan oluşmaktadır.

          Vakıfla hedeflenen nelerdir ?

            Türkiye'nin teknolojik alt yapısını güçlendirmek, teknolojik alt yapıyı güçlendirirken de, Türkiye'deki sanayi kuruluşlarının teknolojilerini geliştirmelerini sağlamak amacıyla hizmet eden vakıf, bu hedefler doğrultusunda çalışmalarını yürütürken, Türk sanayisinin uluslararası pazarlardaki rekabet gücünün artmasına katkıda bulunmak amacındadır. Vakıf, sanayi teknolojisini geliştirmek için sanayide yeni bir Ar-Ge potansiyeli yaratmak ve bu potansiyeli yaratırken de mevcut Ar-Ge kuruluşları ile sanayi arasındaki ilişkiyi kurma fonksiyonunu üstlenmiş,  çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Bu kuruluşların başında da üniversitelerimiz gelmektedir. Vakıf, küçük ya da büyük, bütün sanayi kuruluşlarına, rekabetçi konumlarını ancak teknolojilerini geliştirerek ve inovasyon’a yatırım yaparak güçlendirebilecekleri gerçeğini göstermek ve bu amaçla yapacakları çalışmaları teşvik etme, hedefleri  doğrultusunda hareket etmekle beraber, teknolojinin ticarileştirilmesi, yeni ya da daha gelişkin  bir ürün, üretim yöntemi, sistem ya da hizmete dönüştürülebilmesi için gerekli altyapının oluşmasına katkıda bulunmak ve finans desteğini sağlamak  amacını taşımaktadır.  

            Bugün Türk sanayisinin profiline baktığımız zaman, gelişmiş ülkelerin neresindeyiz ?

            Maalesef çok geriyiz. Bizim sanayimiz özellikle lisansla çalışan bir sanayidir. Yani yurtdışından teknoloji transfer etmiştir. 1996 yılına kadar, ekonomideki korumacılık nedeniyle sanayimiz Avrupa’daki teknolojileri, (bu teknolojiler son teknolojiler değil), Türkiye'de lisansla kullanmak zorunda kalmıştır. Bu hem sanayici için hem bu teknolojiyi satanlar için daha rahat bir kazanç sağlamıştır. Eski teknoloji olması nedeniyle daha ucuza getirmişlerdir. Bununla birlikte teknolojiyi satan kurumda, kullanmadığı eski teknolojisinden lisans dolayısıyla  kazanç elde  etmiştir.

            Bu yol Gümrük Birliği'ne girdiğimiz 1996 yılına kadar devam etmiştir. Burada korumacılık  karşısında, gelişmiş ülkeler ürünlerini doğrudan doğruya Türkiye'ye sokamamışlardır. Ama eski teknolojilerini vererek, Türkiye'de eski teknoloji ile üretilen ürünlerini pazarlamışlardır. Dolayısıyla sanayimiz gümrük duvarlarını, teknoloji transferi yoluyla Türkiye'de gerçekleştirecek üretim ile aşmak durumunda kalmıştır. Gümrükler kaldırıldığı anda da buna ihtiyaç kalmamıştır. Gelişmiş ülkeler için teknoloji satmak yerine ürünlerini satmak daha kazançlı olmuş, ülkemize yeni ürünlerin piyasaya girmesi nedeniyle de, Türkiye'de bir rekabet durumu ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu da sanayimizi olumsuz etkilemiştir. Sanayide gelişmiş olan ülkeler, teknolojiyi geliştirdikleri ölçüde toplumsal ve sosyal yapıları da gelişmiş ve değişime uğramış. Yani, sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru gidiyorlar. Arkasından gelen toplumlar, bunların gittiği yoldan gitmeye başlayınca, gelişmiş ülkeler arkadan gelenler tarafından alınıp kullanılmasını garantiye alabilmek için çeşitli engeller koymaktadırlar. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler bu engelleri aşmak  ya da bu engellere takılmamak için koyulan kurallara uymak zorundalar. Gelişmiş ülkeler açtıkları bu yolda kendilerini korumak için arkalarına mayın döşerken, bu yolu takip etmeye çalışan ülkeler ise çok daha zor yol almaktalar. Türk sanayi, günümüzün rekabetçi ortamında hayatta kalabilmek ve rekabet üstünlüğünü elinde tutabilmek için yani varlığını  geliştirebilmek yeni ürün  ve üretim yöntemleri geliştirmek veya mevcut ürünlerini ve üretim yöntemlerini iyileştirmek zorundadır. Tedarikçiler ve müşterilerle olan ilişkiler, pazara dahil olan  yeni  rakipler, üretilen ürünlerin yerini almaya  başlayan  yeni  yeni ürünler pazardaki mevcut firmalar arasındaki, rekabet ve uyulması gereken standartlar, rekabet için tehdit oluşturan unsurlardır. Bu nedenle de vakıf, sanayi ve bilişim kuruluşlarımızın bu unsurları kullanarak tasarlanan teknoloji geliştirme projelerine, bu tehdidi rekabet avantajına dönüştürmelerini sağlamak için katkıda bulunmaktadır. TTGV, küreselleşen dünyanın zorlu pazar şartlarında rekabet etmek için  kendi teknolojisini geliştirmek ve yeni ürün ve üretim yöntemlerini hayata geçirmek isteyen kuruluşlarımıza her türlü desteği sunma çabasındadır.

            Ülkemizdeki bu gecikmenin nedenleri  nelerdir ?

            Her şeyden önce Türkiye'nin sosyal yapısına bakmak gerekli; Türkiye'nin sosyal ve toplumsal yapısı yeni sanayi toplumuna dönüşmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak Türkiye bir kabuk değiştirme dönemindedir. Sanayi toplumunun gerekleri yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Burada toplumsal yapı bir teknolojik değişimi içerir. Bu teknolojik değişim arkasından ekonomik ve sosyal yapıda değişikliye yol açar. Arkasından da  var olan  siyasi   yapıyı ve hatta en sonda da kurumsal yapı olarak hukuksal yapıyı değiştirir.  Bunlar Türkiye'deki,  sanayi toplum kabuğuna son zamanlarda girmeye başladı. Yapımız büyük ölçüde tarımsal bir yapıydı. Daha tarımsal yapıdan, sanayi toplumunun  gerekleri olarak ürüne dönmeye başladığımız zaman, bu ürün meselesinde önce ithal ettiğimiz ürünleri, kendi kendimize üretmeye başladık. Ama temel sorun kendimize ait bir teknoloji yaratamamamızdan kaynaklanıyor.

            Vakıfa kimler başvuruyor ve vakıf kimlere destek veriyor ?

            Vakıf kurulduğu zaman, sanayideki Ar-Ge'yi ve alt yapısını geliştirme projelerine destek  vermiştir. Bugün de teknoloji geliştirme projelerine, özellikle de  sanayiden  gelen projelere destek veriyoruz. Mesela, üniversitelerden  gelen  ‘Biz sanayi teknolojisini geliştirmek istiyoruz' yönündeki teknolojiyi geliştirme projelerine destek vermiyoruz. Bize gelen kuruluşun muhakkak bir sanayi kuruluşu olması gerek. Ama bu sanayi kuruluşu üniversiteden destek alabilir, projenin belirli aşamalarında üniversitelere yer verebilir. Veya üniversitedeki hocaları danışman olarak kullanabilir. Ayrıca üniversite ile sanayi kuruluşu arasındaki böyle birliktelik, üniversitelerdeki birikimlerin sanayiimize  kanalize edilmesi adına çok önemli. Ama bu bilgi birikiminin, üniversitelerde tez  ya da rapor olarak raflarda kalması değil, direkt olarak sanayiye dönüşümü ve bir ürüne dönüştürülmesi meselesidir. Bu konuda epey bir yol aldık. Özellikle  üniversite ve sanayi kurumlarının işbirliği konusunda çok önemli bir yol kat ettik. Projelerimizin değerlendirilmesi ve izlenmesinde üniversite elemanlarını kullanmak suretiyle, üniversite ile sanayi arasında bir ilişki kurduk. Daha sonra hizmet alımlarında bu projelerde üniversitelerden yararlandık. Projeleri belirli bir alanla sınırlı tutalım mı diye düşündük! Ama Türkiye'nin yapısı nedeniyle bu sınırlamanın bize proje talebini son derece azaltacağını düşünerek bunu her alana yaydık. Vakfımız, 1991 yılından bu yana sanayi kuruluşlarımızın teknoloji geliştirme projelerine Dış Ticaret Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı ve  Dünya Bankası kaynaklarından sağladığı desteği sürdürmektedir. Bu kapsamda TTGV, sanayi kuruluşları ve yazılım şirketlerinin 'teknolojik ürün ve süreç inovasyonu projelerine destek vermektedir. Altyapı veya üretim yatırımına dayalı projeler ile sanayi kuruluşları dışında üniversite ve araştırma kuruluşları  tarafından sunulan projeler bu destek kapsamı dışında kalmaktadır. Teknolojiyi geliştirme alt yapısını oluşturma yönünden ülkenin, başka mekanizmalara ihtiyaç duyduğunu görüyorsunuz. Bu gelişmeleri  toplumun yapısına uygun olarak götürüyoruz. Türkiye'nin yurtdışında uygulanan modelleri, Türkiye'nin sosyal, ekonomik ve hukuki yapısına uygun bir şekilde adapte etmeye çalışıyoruz. Belki en önemli sıkıntı da hukuki yapıya adaptasyonda ortaya çıkıyor. Artık hukuk sisteminde de küreselleşme söz konusu. Şimdi küreselleşmenin getirdiği uluslar üstü bir devlet anlayışı, yanında da bir uluslar üstü hukuk sistemini getirmeye çalışmaktadır. Ama mevcut düzenlemelerde ulusal düzenlemelerdir. Bazen uluslar üstü hukuk sistemiyle gelen hükümleri uygulama durumunda ise; sosyal, ekonomik yapınıza  uymamaktadır. Türkiye'nin mevcut sosyal, ekonomik ve hukuk yapısı, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçme aşamasındadır. Uluslar üstü hukuk düzen sisteminin getirdiği düzenlemeler, açıkçası sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçen ülkelerin empoze ettiği sistemlerdir. Onun için oradaki hukuki yapının, sizin ekonomik ve sosyal yapınıza adapte edilmesi ve uygulanması büyük zorluklar taşımaktadır. Bu nedenle teknolojik gelişmenin sonucunda ortaya çıkan hukuki sorunlar gerçekten Türkiye'nin ileri gitmesinde ve aşamalar yapmasında sıkıntılar yaratmaktadır. Bunun nedeni de, ulusal sistemin hukuki da-yanakları ile uluslar üstü sistemin hukuki dayanakları birbirleriyle bazen çelişkiler ortaya çıkarmaktadır.

            Bugün Türk sanayisinin, üniversitelerle işbirliği ne derece gerçekleşmiş ve ne kadar yol kat edilmiştir?

            Sanayimiz ile üniversitelerimiz arasındaki 'birliktelik' zorunlu olarak yapılması gerekli. Bizim toplum olarak zengin bilgi birikimimiz  üniversitelerde. Sanayimiz  Ar-Ge  kavramına   daha yeni ısınmaya başladı. Bu ihtiyacı eskiden hissetmiyordu. En önemli kuruluşlar bile Ar-Ge yardımını lüks olarak düşünüyorlardı. Ama küreselleşmenin sonucu olarak rekabetle karşı  karşıya kalınca, ya eski teknoloji ile ürün üretmek veya yeni bir teknoloji yaratmak zorundaydı. Çünkü gelişmiş ülkeler az öncede ifade ettiğim gibi yeni teknolojileri  vermiyorlardı. Teknoloji yerine ülkeye, o teknolojinin ürünlerini sokuyorlardı. Bunun sonucu olarak teknolojiyi üretemezlerse artık piyasadan silinip gideceklerdi. 1996 yılından sonra bir çok firma bu nedenle silinip gitti. Piyasaya sunulan yabancı mallar sonucunda, piyasalarda tutunmaları mümkün değildi. Bu firmaların, yabancı firmalarla ortaklık kurmaları sonucunda onların getireceği teknolojiyle teknolojilerini  yenilemek  durumundaydı. Ülkemizde çoğunlukla bu yol seçildi. Eskiden lisans aldıkları firmalar ile doğrudan doğruya ortaklık kurarak onların getirecekleri teknoloji ile piyasada var olmaya çalıştılar. Ortaklık  kurmayan firmalar ise, kendi  teknolojilerini yenilemek  durumundaydı. Ülkemizde çoğunlukla bu yol seçildi. Eskiden lisans aldıkları firmalar ile doğrudan doğruya ortaklık kurarak onların getirecekleri teknoloji ile piyasada var olmaya çalıştılar. Ortaklık  kurmayan firmalar ise, kendi  teknolojilerini Ar-Ge yapmak suretiyle yenilemek durumundaydılar. Türkiye’de 1996 yılı sanayimiz yönünden çok önemli bir  yıl, her şey değişmeye o zaman başladı. Belki bu değişim hemen kendini hissettirmedi ama daha sonra ise tümüyle kendini hissettirdi. Özellikle yaşanan ekonomik krizlerle. Bu nedenle de, biz ülke olarak, üretime ağırlık vermek zorundayız. Bugün yaşanan ekonomik krizden çıkış ta, üretimin büyümesine bağlı. Ve bu üretimi satacağınız pazar söz konusu. Bu pazarı da, yurtdışına satılabilir ürün geliştirmekle bulabiliriz. Bu ürünleri de ancak teknolojimizi geliştirmekle sağlayabiliriz.  Bu nedenle de sanayicilerimizin kendi bünyelerinde Ar-Ge yapan kişileri istihdam etmeleri gerekir. Bugüne kadar Ar-Ge'yi biz üniversitelerde yapmışız. Bunu sanayiye yaymamız gerekli. Bunu yapacak nitelikli personele maalesef sanayi kuruluşları böyle bir personel düşünmedikleri için bünyelerinde yer vermemişler. Bu personel şu anda üniversitelerde var. Ama bu nitelikli personelin üniversitedeki yetişme tarzı ve uygulamalarıyla, sanayinin gerekleri çok farklı. Üniversitede yetişen bir bilim adamı sanayi içinde çalışmadığı sürece işi çok zor. Sanayicinin de bu bilim adamlarına ihtiyaç duyması gerekiyor. Bu da rekabet edip de yeni teknolojilerin karşısında ürünü satamayınca karşısına çıkıyor. Bugün bu gelişmelere ayak uyduramayanlar silinip gitti. Bizden proje alan firmalara baktığımız zaman, yapılan ihracat ödüllerinde büyük bölümü yer alıyor. Biz bunu gördükçe çok seviniyoruz. Çünkü yapılan Ar-Ge ihracata  dönüşüyor.